Hasan Mert Kaya – KAYIP İZLER ATLASI / İstanbul’un batıda oluşan “Türklerin görkemli şehri” algısını oluşturan isimlerden birisi de 30 Aralık 1835 günü İstanbul’a gelen ve şehirde yaklaşık on ay kalan İngiliz şair, yazar ve gezgin Julia Pardoe’dur. İngiliz ordusunda binbaşı olan babasının görevli olarak geldiği bu süre zarfında ona eşlik eden Bayan Pardoe; meraklı kişiliğine eklenen gözlem gücü sayesinde bu gezisini çok iyi değerlendirmiş ve döndükten sonra gözlemlerini kitaplaştırmıştı.
Şehri adım adım gezdi
Sultan II. Mahmud’un sultanlığı döneminde İstanbul’a gelen Bayan Pardoe’nun en büyük şansı, şehrin farklı sosyal, ekonomik ve kültürel katmanlarına ulaşabilecek bir konumda oluşuydu. Babasının üst düzey temsil görevi sayesinde birçok kapı kendisine kolayca açılıyordu. Herkesin kolayca ulaşamayacağı üst düzey devlet görevlilerinin konaklarında verdiği özel davetlere bolca katıldı. Selimiye Kışlası ve Mekteb-i Hayriye gibi dönemin önde gelen resmi kurumlarını gördü. En önemlisi ise o dönemde Müslüman olmayanların kolay kolay giremeyeceği camileri, tekke ve dergâhları ve de haremi görme şansı oldu.
Türklerin aile ahlâkı
Julia Pardoe, İstanbul’u ve Türkleri çok sevdi. Cesur ve girişkendi. Bazen evlerin kapılarını çalıp selam verir ve misafir olurdu. Onun bu gözlemleri, Türkler ve doğu hakkında daha önceden duyup edindiği aşırı oryantalist düşüncelerini değiştirdi. Edindiği izlenimlerini İngiltere’ye dönüşünden itibaren hızla kitaplaştırmaya başlayan Julia Pardoe’nun; İstanbul ile ilgili ilk ve ana kitabı “The City of Sultan and the Domestic Manners of the Turks / Sultanın Şehri ve Türklerin Aile Ahlâkı” 1837 yılında iki cilt halinde yayımlandı. Pardoe bu eserinde Türklerin erdemlerinden, aile yaşamlarının saygınlığından, doğaya, hayvanlara değer verişlerinden ve yardımseverliklerinden uzun uzun söz eder.
Reşid Paşa’ya ithaf
Miss Julia Pardoe’nun İstanbul ile ilgili bu kitabı kısa sürede yoğun bir ilgiyle karşılaştı ve Fransızca’ya da çevrildi. İstanbul’dan ayrılışı ve Balkanlar’dan geçen yolculuğunu da anlattığı kitabı, izleyen yıllarda yeni baskılar yaptı ve giderek daha çok okurun beğenisini kazandı.Pardoe’nun İstanbul gibi muhteşem bir şehri anlattığı kitabının kuşkusuz en büyük eksiği görsel olmayışıydı. Belki de eserin karşılaştığı yoğun ilgiden cesaret alan Julia Pardoe, İstanbul ve Osmanlı dünyasına olan yolculuğuyla ilgili ikinci bir seyahatname hazırladı. “The Beauties of the Bosphorus / Boğaziçi’nin Güzellikleri” adıyla 1838 yılında basılan bu seyahatnameye ressam William Henry Bartlett’in muhteşem İstanbul gravürleri eşlik etti. Pardoe, çok beğenilen ve önceki kitabı gibi okurların yoğun ilgi gösterdiği bu kitabını, dönemin Osmanlı Dışişleri Bakanı olan ve adı ders kitaplarında Tanzimat Fermanı ile geçtiği için hemen herkesin en çok bildiği isimlerden Mustafa Reşid Paşa’ya ithaf etti.
Kitaptaki W. H. Bartlett’in gravürleri büyüleyici ve benzersiz…
“Haliç’e demirlediğimizde tarih 30 Aralık 1835’ti; uzun müddettir beslediğim ümitler nihayet hakikat olmuştu; kalabalık tepelerin üzerindeki tahtına kurulmuş olan, sahilleri saraylardan bir çelenkle çevrili Boğaziçi’nin gümüşi sularıyla “şehirlerin sultanı” önümdeydi işte.” Julia Pardoe, Sultanlar Şehri İstanbul
Tutku dolu bir yazar
Çok değerli eserlere imza atan, yaşadığı dönemin önemli yazarlarından olan Julia Pardoe yaşamı boyunca romanlar ve gezilerini anlattığı eserler kaleme aldı. 1862 yılında Londra’da hayata gözlerini kapatana kadar İngiliz hükümeti tarafından emekli maaşıyla ödüllendirildi. 1804 yılında Yorkshire Eyaleti’nin Beverley kasabasında doğan Pardoe; Portekiz, İspanya, Fransa ve Macaristan ile ilgili eserler kaleme aldı. İlk şiirlerini yazmaya 14 yaşındayken başlamıştı. Kitaplarındaki akıcı, sürükleyici ve keyifli üslup onun şairliğinden ve tutkulu yazışından geliyor olsa gerek.
Mutlaka okunmalı
Pardoe tüm eserleriyle son derece başarılı ve nitelikli bir dönem yazarı, seyyahı ve aynı zamanda kent tarihçisi. Özellikle The Beauties of the Bosphorus/Boğaziçi’nin Güzellikleri adlı eseri İstanbul, tarih ve sanat araştırmacıları için bir başyapıt bana göre. W. H. Bartlett’in mükemmel ve detaylı gravür çizimleri bu kitabı çok özel kılar. İstanbul’un en kıyıda köşede kalan yerlerinden yalı ve konaklara uzanan büyüleyici kompozisyonlarla ortaya konulan bu gravürlerin her biri bana göre çok değerli ve önemli. Fotoğrafın henüz olmadığı bir dönemin İstanbul’una dair detaylı veri sağlayan bu görsel kaynakların gerçekten başka bir benzeri yok. Güzel bir müzik ile Ayvazovski, Zonaro ve De Mango tabloları eşliğinde okunması tavsiye olunur.
Kâğıthane’den Üsküdar’a
“Uzun ve güneşli bir yaz gününün, Kâğıthane’den başka, dünyanın hiçbir yerinde, daha güzel geçirilebileceğini sanmıyorum ”, “Boğazın meşhur şehrine bakınca bir yabancının hemen fark edeceği yapılardan biri bütün karanlığı, griliği ve ihtişamıyla Valens Su Kemeri’dir”, Eyüp’ün en ilginç özelliği ise harika şekilde konumlandırılmış ve sık ağaçlarla kaplı bir tepeyi olduğu gibi kaplayan mezarlığıdır”, “Tüneller İstanbul’un büyük bölümünün altına kadar uzanıyor, hatta şehir duvarlarının dışında da devam ediyordu. Yeraltında kavşaklar, dönüşler, kemerlerle kaplı meydanlar, katmanlar halinde adeta sonsuza kadar uzanıyor, gizemli, tekdüze ve ürpertici bir sessizlik içinde kalabalık caddelerin altında tüm karanlığıyla yatıyordu”… Bu alıntılar Pardoe’nun Boğaziçi’nin Güzellikleri adlı eserinden. İstanbul, Julia Pardoe öncesinde de Lady Montagu (Türk Mektupları) ve Mrs. Max Müller (İstanbul’dan Mektuplar) gibi kadın yazarlarca batıya anlatılmıştı belki ancak hiçbiri Julia Pardoe gibi detaylı ve çok katmanlı değildi.