Araştırma alanları; Orta Çağ İslam Dünyası, günümüz Orta Doğusu ve Osmanlı İmparatorluğu olan ve kısa süre önce vefat eden rahmetli Bernard Lewis (1912-2018) Londra’da dünyaya gelir. Londra Üniversitesi’nde eğitim görür. Orta Doğu Tarihi konusunda yüksek lisans yapar ve İslam Tarihi konusundaki tezi ile doktor unvanı alır. Paris Üniversitesi’nde yaptığı çalışmalar sırasında Türkçe öğrenir. 1938 yılından itibaren ders vermeye başlar. Sevgili hocam Dr. Nurhan Atasoy vasıtasıyla tanıştığım Dr. Lewis ile zaman zaman sohbetlerim oldu. İstanbul’a Eylül veya Ekim aylarında gelmişse, mutlaka Yenimahalle’ye gidip, beyaz Marmara mermeri tablalı masalarda, birer kadeh rakı refakatinde “Lüfer” yediğimiz olmuştur. Benim küçük Volkswagen arabama biner, gerek iki saati aşkın süren gidiş-dönüş yolculuğu gerekse yemek sırasında oldukça keyifli sohbetler ederdik. Genellikle kültür, sanat ve mimarlık üzerine geçen bu konuşmalar sırasında, genç olmanın getirdiği ataklık ile kendisine bazı sorular sorar, ülkemizi nasıl değerlendirdiğini merak ederdim. O da bana İstanbul hakkında sorular sorar, mimarlık üzerindeki tespit ve düşüncelerimi anlamaya çalışırdı. Aramızda otuz üç yaş fark vardı. Dr. Lewis dünyanın kabul ettiği uzmandı, biraz eskide kalmış bir Türkçe konuşur, anlayamadığım bazı kelimeleri açıklar, Arapça kökenlerini belirtirdi.
Şanslı bir insanım
Sanırım şimdilerde böyle insanlar kalmadı, doktora çalışması yapan genç bir mimarı karşına alıp, onunla yemek yiyip, yüksünmeden sorularına cevap veren, uzun süreli sohbet eden bir bilge. Rahmetli Dr. Lewis’i her zaman hasretle anarım. Kendimi bu konuda şanslı görürüm, çok sayıda bilim insanı ile benzer konuşmalar yapma imkânına sahip oldum. Şimdi aradan geçen bunca yıl sonra gelişimime yaptıkları katkılar nedeniyle her birine çok şey borçlu olduğumu daha iyi anlıyorum. Hepsinin ruhu şad olsun.
Kitabın içeriği
“Bu kitapta yer alan dört makale, farklı zamanlarda, farklı vesilelerle, farklı okurlar için yazılmıştı, ama ortak bir temaları ve amaçları vardır -Türk demokrasisinin büyümesi-, sınanması ve başarısı… İlk makalemde: Amacım Türk demokrasisinin zorluklarını ve başarıları belgeleyip açıklamak, bunu da demokrasinin, yani anayasal, temsili, sorumlu ve sınırlı hükümet etme modelinin, daha önce bilinmediği yerlerde, özellikle de kıta Avrupası’nın önemli bir bölümünde ve Latin Amerika’da yavaş yavaş yeniden kurulduğu ya da ilk kez oluşturulduğu bir dönemde yapmaktı. İkinci ve üçüncü bölümler yaklaşımları itibariyle çağdaş olmaktan çok tarihseller ve daha ziyade Türk okuyucusuna sesleniyor. Türkiye’de demokrasi fikrinin ve uygulanmasının, her ne kadar temelde Cumhuriyet’in bir başarısı olsa da sıfırdan, cumhuriyetin ilan edilmesiyle başlamadığı, daha önceki Türk ve özgül olarak da Osmanlı tarihinde öncülleri olduğunu göstermeyi amaçlıyor.”
1950 seçimleri
14 Mayıs 1950 günü düzenlenen genel seçimler Demokrat Parti’nin zaferi ile sonuçlanır. Yirmi yedi yıldır ülkeyi yönetmekte olan Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti tarafından yenilgiye uğratılır. Elbette bir hükûmet için seçim kaybetmek ve muhalefet ile yer değiştirmek demokrasinin oturduğu toplumlarda hiç de olağan dışı bir durum değildir. Ancak Türkiye gibi demokrasi geçmişinin çok eskiye gitmediği, daha önceki bazı seçimlerde ortaya çıkan karmaşa göz önüne alındığında bu kadar sakin bir geçiş hemen hemen ilk olarak vuku bulmaktaydı. Üstelik bu sakin devir, yalnız Türk Tarihi’nde değil, bölgede, hatta benzer bir tarihi ve geleneği paylaşan ülkeler için de bir ilkti ve yeni bir dönemin başladığına işaret ediyordu.
Türkler farklıdır
Bizler pek farkında değilizdir ama gerek Cumhuriyetin ilanı gerek 1950 seçimlerinde yönetimin sakin bir şekilde devri, pek çok ülke için örnek olur. 1920 sonrası bazı ülkelerin sömürgeleri üzerindeki hâkimiyetlerinin azalmasına, özgürlük fikirlerinin yeşermesine yol açar. Bundan böyle yapılamaz denen şeyleri yapan, özgürlüğünü ne pahasına olursa olsun muhafaza eden, örnek alınacak bir ülke vardır. Üstelik bu ülke Müslüman bir ülke olup, çoğu işgal altındaki Müslüman ülkelere öncülük yapmaktadır. Türklerin adil ve adaletli yönetimi altında huzur içinde hayatlarını sürdüren Arap ülkelerini bir yana bırakırsak, İran, Afganistan, Hindistan gibi ülkeler bu örnekten istifade etmekte, özgürlük fikirleri toplum içinde yayılmaktadır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümünü kutladığımız bu yılda bile bu öncülüğün bedelini ödetmek isteyen güçlerin yaydığı ve hararetle desteklediği olumsuz yönlendirmelerle karşı karşıya kalmaktayız.
Dr. Lewis, Batılı okurlar için, sık sık sorulan bir soruyu da yanıtlamaya çalışıyor; “Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında uzun bir süredir nasıl olup da yalnızca Türkiye’nin işleyen bir demokrasi kurup, çeşitli zorluklara karşın korumayı başardığı. Bu soruyu yanıtlarken, Türk deneyimimin, özgürlüğe giden yolda hala yardım ve rehberliğe gereksinim duyan ülkeler için nasıl yararlı dersler sunduğunu da göstermeye çalıştım.”
Tek demokrasi
Dördüncü bölümün başlığı “Neden Türkiye İslam Dünyasındaki Tek Demokrasi?” Bence buna verilmesi gereken tek cevap, “Çünkü biz Türk’üz ve tarihte var olduğumuz süre boyunca özgürlüğümüzü muhafaza ettik ve etmeye de devam edeceğiz!” olmalıdır. Her ne kadar Müslümanlığı kabul ettikten sonra kadınlarımızın toplum içindeki etkinliği azalsa da daha önceki dönemlerden gelen bazı içselleştirilmiş devlet yönetimine ait kurallarımız vardır. Özellikle son dönem savaşlarında ve İstiklal Savaşı sırasında kadınlarımızın gösterdiği özveri ve etkin olarak bu savaşa katılmalarının getirdiği hareketlilik artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteriyordu. 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilanı, aynı zamanda peşi sıra yapılması gereken reformların ilanı gibiydi. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucu kadrosunun en büyük isteği bu rejimin ilelebet devamıdır. Böylesi bir sistemin ilelebet devamı içinse demokrasi şarttır. 1925 yılında kurulan, (kurulan mı kurdurulan mı?) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası, demokrasinin yaygınlaşması ve tek parti yönetiminin son bulması için yapılan teşebbüslerdi. Ancak o dönemde Avrupa’da var olan otokratik rejimler; Rusya’da komünizm, İtalya’da faşizm, Almanya’da nazizim, İspanya’da falanjistler bu gibi deneylerin nasıl bir sonuç vereceği konusunda şüpheler uyandırmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrası bu gibi rejimlerin tasfiye olması, demokratik toplumların zaferi, artık yeni denemeler yapmanın önünü açmıştır.
“Bunca güçlüğe zaman zaman yapılan askerî müdahalelere rağmen Türk demokrasisinin başarıları, benzer geleneklere ve deneyime sahip diğer ülkelerle karşılaştırıldığında şaşırtıcı olmuştur. Siyasi ve ekonomik değişimi önceleyen, eşlik eden ve izleyen, toplumsal, kültürel ve entelektüel hayatta derin ve kapsamlı değişimlerle mümkün olmuştur. Yüzyıldan fazla bir süre Türkiye’nin dönüşümünü izlemiş olan birisine, bu değişim sürecinin, geciktirilebilir ve hatta duraksatılabilirse de artık geri döndürülemeyeceği kesin görünür.”
Dr. Lewis gibi Orta Doğu ve Türkiye hakkında geniş bilgi birikimi olan bir araştırmacının vardığı hüküm budur. Bunun için oturduğumuz yerde şikâyet edeceğimize, çalışmamız, yeni düşünceler üretmemiz, toplumun bir bölümünün duraksatıldığına inandığı demokrasi anlayışımızı geliştirmemiz gerekiyor. Uzun süren iktidar dönemleri, iktidar olanların rehavete kapılmasına yol açar. Yeni atılımlara yoğun çalışma gerektirdiği için karşıdırlar. Onları harekete geçirecek olan muhalefettir. Muhalefetin aklını başına toplayıp ne yapacağına, nasıl yapacağına karar vermesi ve bunun için toplumu ikna etmesi gerekir. Hiç kimse şüphe duymasın ki; Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır.
Bernard Lewis, (Çev. Hamdi Aydoğan-Esra Ermert), Demokrasinin Türkiye Serüveni, İstanbul, 2023.